Zero Trust (Sıfır Güven) Modeli
- busrabeslekoglu7
- 4 Ağu
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 18 Ağu
Günümüzde siber tehditlerin, çeşitliliği ve karmaşıklığı, mevcut güvenlik önlemlerini aşmakta ve kuruluşlar için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Verilere göre, fidye yazılımları yüzde 62 artarken, kuruluşların yüzde 71’i başarılı saldırılara maruz kalmaktadır.
Bu saldırıların neden olduğu bir veri ihlalinin ortalama maliyeti, değişiklik göstermesiyle birlikte, 4,35 milyon dolara ulaşmaktadır. Dijital dönüşüm, bulut altyapısı ve hibrit çalışma modelleriyle kimliklerin sayısı da hızla artmıştır. Ancak, bu kimliklerin korunmasında yaşanan zafiyetler, saldırganlara daha geniş bir saldırı yüzeyi sunarak güvenlik risklerini artırmaktadır.
Geleneksel Güvenlik Anlayışından Zero Trust’a Geçiş
Geleneksel güvenlik önlemlerinde, sistemde bir ihlal tespit edilmedikçe ağın güvenli olduğu varsayılıyordu. Ancak siber saldırılar karmaşıklaştıkça bu önlem yeterli olmamaya başladı ve hiçbir cihaza veya kullanıcıya doğrudan güvenmeme prensibi, siber güvenlik alanında benimsenmeye başlandı.
Zero Trust konsepti ile tüm cihazlar ve kullanıcılar sürekli doğrulanmakta ve bu kapsamda tüm ağ trafiğini doğrulamak için çok faktörlü kimlik doğrulama, güvenlik politikaları, erişim kontrolü, aktivite izleme gibi çeşitli güvenlik önlemleri kullanılmaktadır. Özellikle COVID-19 pandemisinin uzaktan güvenli erişim teknolojilerine olan talebin artmasıyla birlikte, Zero Trust konsepti yaygınlaşmaya başladı.
Temel Prensipler
Zero Trust yaklaşımının bazı temel prensipleri şunlardır: Her kullanıcı ve cihaz kimliği doğrulandıktan sonra bile izlenmeye devam eder. İzlenen cihazda veya kullanıcıda anormal bir aktivite tespit edildiğinde erişim kısıtlanabilir. Kullanıcılar, yalnızca işlerini yapmak için gerekli olan verilere erişim sağlar ve daha fazlasına erişim sınırlıdır.
Kimlik doğrulama sürecinde, yalnızca şifre değil, çok faktörlü kimlik doğrulama, biyometrik veriler, mobil doğrulama vb. gibi ek araçlar kullanılır. Ağ farklı segmentlere ayrılır, böylece ağın herhangi bir kısmında bir sorun oluştuğunda bu zarar ağın tümüne etki etmez. Ayrıca, tüm erişim talepleri, kullanıcı rolü, cihaz tipi, coğrafi konum ve saat dilimi gibi kriterlere göre değerlendirilir. Normal dışı aktivitelerin hızlıca tespit edilmesi için her kullanıcının ve cihazın normal davranışları analiz edilerek bir profil oluşturulur.
Yapay Zekâ ile Zero Trust
Yapay zekâ, Zero Trust yaklaşımını daha da güçlendirebilir. Özellikle, otomatik risk tespiti, olaylara anlık müdahale gibi alanlarda yapay zekadan yararlanılabilir. Yapay zekânın katkılarına değinecek olursak, öncelikle olağan dışı aktiviteleri hızlıca tespit ederek güvenlik ekiplerini anında uyarır. Ayrıca, kullanıcıların risk seviyelerini belirleyerek güvenlik politikalarını bu risklere göre dinamik olarak güncelleyebilir. Yapay zekâ sistemleri, saldırılara otomatik tepkiler vererek güvenlik ekiplerinin yükünü hafifletebilir.
Zero Trust’ın Avantajları
Zero Trust’ın avantajlarından bahsedecek olursak, bu yöntemle etki alanı azalır, çünkü her kullanıcıya “her zaman doğrula” anlayışıyla yaklaşılır. Bu yaklaşım, dışarıdan gelen tehditlerin yanı sıra içeriden gelebilecek herhangi bir zarara da yönelik güçlü bir koruma sağlar. Uzaktan çalışma ortamlarında gelişmiş güvenlik sağlanır.
Ayrıca, olası giriş noktalarını sınırladığınızda, karşılaşılan ihlallerin veya fidye yazılımı saldırılarının sayısını da azaltmış olursunuz, böylece saldırı yüzeyiniz daralmış olur. Ağ segmentasyonu, saldırganların bir ağ bölümünden diğerine yanal olarak hareket etme yeteneğini kısıtlar. Bu da saldırıların etkisini sınırlayarak güvenliği artırır.
Özetle, çalışma daha uzaktan veya hibrit odaklı hale geldikçe, bu kaynakların korunması daha da kritik hale gelir. Zero Trust modeli, eski "güven ama doğrula" modellerinden çok daha sağlam bir güvenlik sunar.

